Günlerden cumartesi oldu. Yani bizim tüm gün gündüzümüz olan 2. günümüz:)
Bugünü biraz şehir dışı yerlere ayırmak istedik… Geçen geldiğimizde Zigetvar’a gitmiş, Estergon kalesininin her bir karışını gezmiştik.
O yüzden bu kez, bu tura Zigetvar’ı koymadık. Ama yine geçen sefer de ziyaret ettiğimiz Szentendre ‘ye gittik. Yüz kere daha Budapeşte’ye gelsem yüz kere daha Szentendre’ye gelirim zaten:)
Benim size önerim böyle bir şehir dışı turu istiyorsanız Zigetvar, Visegrad ve Szentendre’yi aynı günü koyup 3ü bir arada bir program yapmanız…
Biz otelden şöförlü bir araç kiraladık ve saat 10 gibi yola çıktık. Cumartesi gününü seçince tam bir yazlıkçı gününe denk geldik galiba:) Normalde 40 dakika kadar sürmesi gereken Visegrad, 1.5 saate yakın sürdü:) Eliz arabada atıştırarak ve oyunlarla tamamladı bu yolculuğu ve maşallah kendisi büyük bir azimle uyumadı.
Visegrad o kadar şirin bir köy yeri ki daha girer girmez bayılmamanız imkansız. Gezinin asıl sebebi olan kalesi için inanılmaz bir manzara eşliğinde yukarı çıktık arabayla ve kişi başı 1700 HUF ücret ödeyerek giriş yaptık. Çok şaşalı bir kale değil ama manzarası gerçekten inanılmaz. İçerde bir at var ve yan bölümünde ise çok küçük bir para verip fotoğraf çektirebileceğiniz dönemin işkence aletleri ve taht gibi eşyalar var. Tabi bir de küçük hediyelik dükkanı:)
Eliz birazını yürüyerek, birazını kucağımda gezi kalenin. Gerçi bugün özgür ruh modelini kendine uygun gördüğü için alıp başını takılma halindeydi. Biz ise hizmetlileri olarak peşinden yürüyorduk:)
Taçlar, silahlar, şaşalı bir kral yemek masası vardı bu kalede dikkat çeken. Maksimum 30 dakikanızı harcayacağınız bir yer bu arada…
Çıkışta Szentendre’ye gitmek için sabırsızlanıyorduk çünkü hem karnımız çok acıkmıştı, hem de ben şahsen oraya özel olarak hayranım:)
Biz yemeği Aranysarkany Vendeglo ‘de yedik… Burası bir aile işletmesi. Eski bir yer. Zaten çok az masa var. Eğer akşam saati falan gitmek isterseniz rezervasyon yapın derim. Ben yapmadım ama şansımıza yer vardı. Çok iyi bir gulaş yedik. Hem de ekmek içinde servis edilmişti. Ana yemek ise bir efsaneydi. Kaz tercih ettik ve fiyatlarını İstanbul’dan çok daha ucuz olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.
Sıra bu şirin köyü gezmeye geldi. Buranın özel bir tatlısı var. Rolu şeklinde sarılan ve kömür ateşinde pişirilen bir hamur aslında. Dışı ise karamel, kakao gibi farklı aromalarla kaplanıyor. Biz geçen seferki gibi hem karamel, hem kakaolu aldık…
Zaten küçük bir yer ve meydanında bir çeşmesi var. Hem dükkanlar, hem de sokaktaki panayır tadında standlardaki herşeyi almak isteyeceğinizi garanti ediyorum:)
Çok geçe kalmadan 15:00 gibi otele dönmek üzere yola çıktık. Yaklaşık yarım saat sürdü yol…Otele geldik gelmesine ama ayaklarımızı uzatıp dinlenecek vaktimiz yoktu… Çünkü burada saat 18’de çoğu butik dükkan kapanıyor ve pazar günü de çoğunun açmayacağını bildiğimiz için hızlıca dışarı attık kendimizi:) Eliz ise artık düzen bozukluğundan biraz saçmalamaya ve gittikçe bana daha çok sarıp, kucağıma yapışmaya başlamıştı. Alacaklarımızın yerleri çok yakındı ve bu hızımız sayesinde bir klasik olan Starbucks durağı yapabildik… Eliz burada da yine sütünü içti:) Biz de biraz soluklandık.
Hep bir atıştırma hali var bizim cücüğün:) Skip Hop atıştırma kutusu hem kapasitesi, hem de dökülmeme özelliğiyle bizim gezilerin kuruyemişlerine ev sahipliği yapıyor…
Gelelim günün devamına… Günün bir sonraki durağı Vaci Utca meydanı gezisi oldu… Bizimki bu meydanda da yine özgürlüğünü ilan etti (ama bu kez sırtında Skip Hop emniyet kemerli çantası ile) ve tabi ki bulduğu tüm hayvanları sıkıştırdı. Galiba sonumuz Elmyra gibi olacak:)
Gün boyu o kadar çok yiyip içtik ki genel olarak akşamlara yemek yiyecek yerimiz kalmadı. Son akşamımızda Marriot Otel’in pub bölümünde bişeyler içtik ve yine bolca gece yürüyüş yaptık. Çünkü Eliz her zamanki gibi erkenden uyumuştu.
Pazar günü yani bizim son günümüz ise benim bavul heyecanımla başladı. 3 gün boyunca o kadar koştur koştur gezince bavulu bir gıdım bile toplayamadığım için her şey darmadağındı. Darmadağın kibar kaldı:) Görseniz korkardınız:)
Neyse sabah kahvaltıdan sonra yaklaşık yarım saatte bavulları zar zor, ite kaka kapatabildim:) Size de bu tatil boyunca yanıma aldığım şahane yardımcılarımı detaylıca çektim:)
Milkdot çok amaçlı çanta tatillerde benim en yakın dostum. Tüm kozmetik ürünlerimizi toplayan şahane bir model bence. Genelde makyaj çantası modelleri çok kalıplı olduğu için bavula sığmaz ve ben o yüzden bu tarz tüm çantalara ekstra sinir olurum. Bu öyle değil. Yatay tasarımı var ve içini doldursanız da çok şişmiyor. Güzel olansa iç hacminin geniş olması. İdeal bir iki yani:) O yüzden hem Eliz’in şampuan, krem gibi ihtiyaçlarını, hem de benim ürünlerimi rahatça alıyor… Tatilde Eliz’in Linea MammaBaby ‘leri yanımızdaydı. Tabi ki onların seyahat boylarını taşıdım:) Ayrıca TruKid güneş kremini de yaz kış süren biri olarak yanımızdan ayırmadım tüm tatilde:)
Bavulları konsiyaja verince yine bir şehir turunun eksiklerini tamamlayalım istedik. Bu kez eski şehir olarak bilinen Peşte kısmına geçtik yürüyerek meşhur Margaret Köprüsü üzerinden… Bu köprüde Aytek ile fotomuz vardı. Bu sene ise 3 kişiydik o yüzden bu köprü daha da güzel göründü bana.
Maalesef o tarafta aradığımızı bulamadık. Geçen sefer kaleyi gezmiştik bu kısma geçince. Ama ikinci kez gezmeye ihtiyaç duymayınca küçük güzel sokaklar, şirin kafeler buluruz dedik ama ne mümkün:) Doğru düzgün bir kafe bile yoktu. Mecburen teleferiğin önündeki o saçma turistlik kafede bir kahve ile soluklandık ve koşarak canımız ciğerimiz Vaci Utca’ya ve oradan da otel rotasına uygun yemeğe geçtik:)
Bu kez yemeğimizi çok ilginç bir hamburgercide yedik… Organik hamburgeri teknoloji ile birleştirmiş bir yer burası ve adı da Kajahu:) Siparişinizi oturduğunuz zaman dizinizi algılayıp açılan sistem ile masa üzerinden kendiniz veriyorsunuz. Herkesin monitörü kendi önünde ve masa altındaki mousepad ile menüyü inceleyip, sepetinize ekleyip, onaylıyorsunuz. Teknolojiseverler için eğlenceli ama ilk kez deneyen biri için biraz zorlayıcı galiba. Çünkü garsonu çağırıp çok soran oldu:) Biz tabi ki teknoloji canavarları olarak hemen siparişimizi verdik:))))
Yemek sonrası hala boş vaktimiz vardı. Biz de en birinci sevdiğimiz kahvemiz ve tatlımız için yine Central Cafe geçtik. Zaten otele çok yakındı. Saat yaklaşınca otelden bavulları aldık ve saat 16:30 gibi çağırdığımız taksi ile havaalanına yola çıktık…
Biraz erken çıktık çünkü çok Budapeşte küçük bir havaalanına sahip ve özellikle bavulunuzu uçağa verecekseniz, konsiyajın açılması ve kuyruklar biraz sıkıntılı olabiliyor. Tabi oralar trafiksiz olunca 25 dakikada havaalanındaydık ve böylece biz olması gerekenden de bir saat kadar önce varmış olduk. Bu arada dönerken de taksi kullandık ama bu taksi büyük bir arabaydı o yüzden 40 euro verdik. Havaalanında klasik oyalanmalar, duty free ziyaretleri derken 20:10 uçağımız yine tam zamanında kalktı ve bizi tam zamanında evimize getirdik. Eliz bu kez uçakta güzel bir uyku çekti. Ama uykusunun baş kahramanı duty freeden aldığım ‘tedi’siydi. Tedi dediğime bakmayın, o onun söylemi… Aslında sadece bir kedigil kendisi ama büyük serisinden:) Bizimki için tüm kedigil ailesinin tek bir adı var: Tediiiii
Arife gecesine denk gelen pazar gecesi saat 12’de pasaport kuyruğunda önümüzde 3 kişi olması ve biz pasaport kontrolden çıktığımızda bavullarımızın çoktaaannn bavul alanına gelip bizi bekliyor olması çok hoş oldu. Hatta biz hariç dönen sadece 2 bavul daha kalmıştı:)))
Uçakta güzelce uyuyan Eliz, havaalanında birden ayıldı ve şen şakrak moda bağladı. 1’de eve vardığımızda ise hala eğleniyordu ama yatağa başını koyduğu gibi sızdı:)
İşte bizim Budapeşte hikayemiz Eliz ile bu şekilde tamamlandı.
Kolay oldu mu derseniz ‘ehhh derim. Eliz genel olarak rahat bir çocuk olmasına rağmen, düzen değişikliği tüm huyunu ve suyunu değiştirdi. Öğle uykularını 45 dakikaya düşürdü, yemek yemedi, bana sardı:) Tek değişmeyen huyu akşam uykusu oldu. Ama yine de bizi çok yormadı. 22 aylık bir bebek/çocuk için çooook kabul edilebilir sınırlardaydı:)
Bakalım yeni maceralarda başımıza neler gelecek:) Bizi takip etmeye devam edin..